Berlin ve spor
Berlin’e ilk taşındığımda İstanbul’da uzun süredir devam ettirdiğim spor yapma alışkanlığımı kaybetmek istemiyordum. Bu nedenle, daha şehre tam olarak yerleşmeden bir ön hazırlık aşamasına başladım. Tabii o dönem korona morona konuları henüz gündem olmadığından uzun soluklu spor salonu arayışındaydım. Şu salona yazılırım, işten sonra vakit kaybetmeden hemen giderim. Oradan da vın eve geçerim diye kendi kendime hayal kuruyordum.
İlk olarak Crossfit ve Powerlifting salonlarına baktım. Normal salonlara bakmama sebebim, deadlift yaparken ‘arkadaşım ağırlığı yere yavaş bırak’ cümlesine Almanca maruz kalmak istemememdi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Berlin’de de Crossfit tarzı salonların ücretleri standart bildiğimiz spor salonlarından biraz daha pahalıydı. Standart spor salonları aşağı yukarı aylık 30–40 euro arasında değişiyor ve bunların çoğu büyük kompleksler. İçerisinde havuz, sauna, ekstra ücretle masaj bile var. Crossfit salonları ise haftalık ve aylık ders katılımına göre fiyat veriyorlar. Mesela benim baktığım bir Crossfit salonu aylık sınırsız ders için 150 Euro fiyat vermişti. Ancak 6 aylık ödeme yaparsanız bu fiyat aylık 120 Euro’ya kadar düşebiliyordu. Ben ilk baştan böyle bir para vermek istemediğim için (bir de yeni yaşamaya başladığım bir yerde henüz paranın değerini net ölçemiyordum), powerlifting salonuna kayıt yaptırmaya karar verdim.
Kayıt olduğum salonda aylık 50 euro gibi bir fiyata sınırsız kullanım veriyorlardı. Salonun adı Berlin Strength. Bu salon üç tane powerlifter kadın tarafından açılmış ve içeride ne kadar Nazi karşıtı arma, filama varsa duvarlarına asmışlar. Herkes patır patır ağırlıkları yapıştırıp not defterlerine kaldırdıkları ağırlıkları yazıyordu. Kafa olarak doğru yerde olduğumu anlamıştım. Salonda tek bir karma soyunma odası, bir duş ve iki tuvalet vardı. İlk başta insan “nereye geldim ben” diye kendine soruyor. Ama bir,iki seferden sonra 30 yıllık alman gibi ayak uydurmaya başlıyorsun. Bir kere girdikten sonra alışılıyor… Tutup da ben burada soyunmam diyemeyeceğine göre ya giyinip geleceksin ya ayak uyduracaksın ya da hiç kayıt olmayacaksın. Bu salona yaklaşık üç ay devam ettim ve maalesef korona başladı.
Bunun yanısıra Türkiye’de başladığım ve devam ettirdiğim bir başka alışkanlığım olan Rugby’ye devam etmek de amaçlarımdan biriydi. Berlin’e gelmeden önce iki üç takıma mesaj atmıştım. Bunlardan biri benim İngilizce attığım mesaja Türkçe metinle cevap veren BRC(Berliner Rugby Club)’tı ve buraya katılmayı tercih ettim. Alman Rugbysi tam beklediğim gibiydi, beni pek şaşırtmadığını söylemeliyim. Organizasyon, iş bölümü, takım planı gibi konularda Alman stereotipinden ne bekliyorsam hepsini uyguluyorlardı. Maalesef Rugby’nin de pek keyfine varamadım. Korona sebebiyle ligler iptal edildi. Ardından da kademeli olarak antremanları yasakladılar. Daha yeni yerleştiğim bir şehirde 30 tane Alman arkadaşımın olması beni rahatlatmıştı. Hem korona öncesi beraber vakit geçiriyorduk hem de bir şekilde Almancamı geliştiriyordum.
Korona’nın getirdiği tüm aksiliklere rağmen, bir şekilde spor rutinimi bozmamam gerekiyordu. Berlin, birçok Avrupa şehrinde de olduğu gibi tam bir park ve orman cenneti. Aşağı yukarı her mahallede bir park, koşu pisti, ya da yeşillikle karşılaşabiliyorsunuz. Şansıma, benim evimin yakınlarında devasa bir park var (Volkspark Friedrichshain). İçinde koşu parkurları ve 3–4 tane de calisthenics parkı bulunuyor. Çözüm olarak sporcunun dostu Decathlondan mat, atlama ipi ve bant alarak tekrar rutinime döndüm. Şimdilik haftada 3 koşu idmanı ve 4 vücüt ağırlığı yapıp hem fiziksel hem de mental olarak sağlıklı kalmaya çalışıyorum. Her yer kapalı olduğu için haftasonları parklar genelde kalabalık oluyor. Ama siz yeter ki kendinize bir köşe bulmak isteyin:)